İlk deniz altını kim buldu ?

Efe

New member
Derinlerde Bir İz: İlk Deniz Altı ve Görünmeyen Eşitsizliklerin Yüzeyi

Deniz altını ilk kimin bulduğunu konuşurken, genellikle mühendislik dehası, teknolojik ilerleme ve insan merakının sınırlarını zorlayan kahramanlık hikâyeleri akla gelir. Ancak bu hikâyelerin yüzeyinde parlayan metalin altında, tarih boyunca süregelen toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf eşitsizliklerinin izleri gizlidir. “İlk deniz altını kim buldu?” sorusu yalnızca bir buluşun tarihini değil, aynı zamanda kimin bu tarihe dâhil edilip edilmediğini de sorgulamamızı gerektirir.

Görünür Kahramanlar, Görünmez Emekler: Denizaltının Tarihi ve Sosyal Arka Planı

Tarihi kayıtlara göre, ilk deniz altı tasarımlarından biri 1620’lerde Hollandalı mucit Cornelis Drebbel’e aittir. Ancak bu dönemde bilimsel gelişmelerin belgelenme biçimi, genellikle beyaz, eğitimli erkeklerin perspektifinden şekillenmiştir. Kadınlar, işçiler ve sömürge toplumlarından gelen bireyler bu tür teknolojik anlatıların dışında bırakılmıştır. Drebbel’in icadı tek başına bir başarı değil, dönemin sınıfsal yapılarının ve kolonyal ekonomisinin bir ürünüdür. İngiliz Kraliyeti’nin desteğiyle yürütülen bu çalışmalar, hem maddi kaynaklara hem de entelektüel görünürlüğe erişimi olmayan grupların dışlanmasıyla mümkün olmuştur.

Toplumsal Cinsiyet: Görünmeyen Zekâların Sessizliği

Bilim tarihinde kadınların denizcilik ve mühendislik alanlarında neredeyse hiç görünmemesi bir tesadüf değildir. 17. yüzyılda kadınların eğitim alma hakkı yok denecek kadar azdı; dahası, bilimsel merak kadınlar için “uygunsuz” kabul edilirdi. Kadınlar, çoğu zaman icatların bakımında, malzeme üretiminde veya gözlem süreçlerinde rol alırken isimleri kayıtlara geçmezdi. Bu durum, toplumsal cinsiyetin yalnızca bireylerin fırsatlarını değil, tarihsel hafızamızı da şekillendirdiğini gösterir.

Bugün bile mühendislik fakültelerinde kadın oranının düşük olması, tarihsel olarak inşa edilmiş bu “alan aidiyeti”nin yansımalarından biridir. Ancak kadınların denizaltı teknolojisine ilgisi ve katkısı tamamen yok değildir. Örneğin 20. yüzyılın ortalarında Amerikalı mühendis Rear Admiral Grace Hopper, deniz teknolojilerinde bilgisayar sistemlerinin kullanımına öncülük eden çalışmalar yapmıştır. Hopper’ın deneyimi, “kadınlar bu alana ait değil” mitini kırmaya çalışanların sembolüdür.

Irk ve Kolonyal Bilgi Üretimi: Kimin Denizi, Kimin Derinliği?

Drebbel ve onu izleyen mucitlerin çoğu Avrupa merkezliydi. Oysa aynı yüzyıllarda Asya, Afrika ve Orta Doğu’da su altı keşiflerine dair halk bilgisi, dalgıçlık gelenekleri ve mühendislik pratikleri mevcuttu. Hint Okyanusu’nda inci dalgıçları, Osmanlı’da deniz mimarları ve Japonya’da “ama” adı verilen kadın dalgıçlar, su altı dünyasına ilişkin pratik deneyimlerin taşıyıcısıydı. Fakat bu bilgi biçimleri, Batı bilimi tarafından sistematik biçimde küçümsendi ve “ilkel” olarak sınıflandırıldı.

Bu, ırksallaştırılmış bilgi hiyerarşisinin bir sonucudur. Modern bilimin “tarafsızlık” iddiası, aslında sömürgeciliğin bilgi üretiminde kurduğu iktidar ilişkilerini gizler. Örneğin deniz altı keşiflerinin askeri ve ekonomik motivasyonlarla sürdürülmesi, sömürgeci genişlemenin de bir aracıdır. Denizaltı, yalnızca bir icat değil, güç ve kontrolün teknolojik ifadesidir.

Sınıf Boyutu: Emeğin Derinliği, Görünürlüğün Yüzeyselliği

Drebbel’in deniz altısını çalıştıran kürekçilerin kim olduğunu biliyor muyuz? Hayır. Tarih, genellikle buluşların arkasındaki fiziksel emeği görmezden gelir. Denizaltının ilk denemelerinde kullanılan kas gücü, işçi sınıfının görünmez emeğine dayanıyordu. Bilimsel ilerleme hikâyeleri çoğu zaman “deha”ya atfedilir, oysa o deha, emeğin sırtında taşınır.

Bu durum, günümüz teknoloji dünyasında da sürer. Bugün su altı keşiflerinde kullanılan otonom deniz araçlarının üretiminde çalışan düşük ücretli işçilerin hikâyeleri hâlâ görünmezdir. Sınıfsal eşitsizlik, bilimin kime ait olduğu sorusunu yeniden gündeme getirir: Bilim insanlara mı hizmet eder, yoksa sermayeye mi?

Cinsiyetlerarası Yaklaşımlar: Empati ve Çözüm Arayışı

Kadınların bu tür tarihsel eşitsizlikleri fark etmesi, genellikle empati ve dayanışma üzerinden gelişmiştir. Feminist tarihçiler, bilimin yalnızca “erkek aklının” ürünü olmadığını, ortak deneyimlerin de bilgiye dönüştüğünü vurgular. Erkek araştırmacıların ise son yıllarda bu konuda çözüm odaklı yaklaşımlar geliştirmesi, önemli bir dönüşümün habercisidir.

Örneğin deniz mühendisliği programlarında kadın bursları, mentorluk projeleri ve kapsayıcı eğitim politikaları giderek yaygınlaşıyor. Erkek meslektaşların bu süreçte “yer açıcı” rol üstlenmesi, toplumsal cinsiyet adaletinin sağlanmasında kritik bir adımdır. Ancak burada önemli olan, “yardım etmek” değil, eşitlik temelinde birlikte üretmektir.

Bugünün Deniz Altı: Teknolojinin, İdeolojinin ve Eşitliğin Kesiştiği Yer

Modern denizaltılar artık bilim, güvenlik, iklim araştırmaları ve keşif gibi farklı amaçlara hizmet ediyor. Ancak bu teknolojinin kimin için üretildiği, kimin yararına kullanıldığı soruları hâlâ geçerliliğini koruyor. Kadınların, farklı ırk gruplarının ve düşük gelirli toplumların deniz teknolojileri alanında temsil edilmesi, yalnızca “çeşitlilik” değil, adalet meselesidir.

Dünya okyanuslarının derinlikleri kadar, bilim tarihinin de derinliklerinde hâlâ keşfedilmemiş sesler var. Belki de asıl keşif, bu sesleri duyulur kılmak olacaktır.

Tartışmaya Açık Sorular

- “İcat” kavramını kim tanımlıyor ve kimler bu tanımın dışında kalıyor?

- Bir icadın arkasındaki görünmeyen emek, tarihsel anlatılarda nasıl temsil edilebilir?

- Günümüzde deniz teknolojilerinde toplumsal cinsiyet ve ırk adaleti sağlamak için hangi politikalar etkili olabilir?

- Bilimsel ilerlemenin, sömürgecilik sonrası dünyada gerçekten “evrensel” olması mümkün mü?

Kaynakça ve Deneyimsel Dayanaklar

- Schiebinger, Londa. Has Feminism Changed Science? (1999).

- Harding, Sandra. Whose Science? Whose Knowledge? (1991).

- Noble, Safiya Umoja. Algorithms of Oppression (2018).

- Kişisel Gözlem: Akademide kadın mühendis adaylarının teknik alanlarda “yardımcı rol”e indirgenmesi hâlâ yaygın bir durum. Bu deneyim, tarihsel yapıların bugünkü yansımalarını açıkça gösteriyor.

---

Bu yazı, yalnızca “ilk deniz altını kim buldu?” sorusunu değil, “kimin tarihi görünür, kimin sesi susturulur?” sorusunu da tartışmaya açmak için yazıldı. Çünkü derinlikleri anlamak, yalnızca suyun altını değil, insanlığın eşitsizliklerle örülmüş tarihini de görmeyi gerektirir.